Oruç; Aç Kalmak Değil Açın Halini Anlamaktır (Mustafa Baygın)
Oruç’tan maksat (murâd edilen) aç kalınması değil, açın halinin anlaşılmasıdır. Oruç’un hikmetlerini aktarmaya çalışırken dikkat çekmek istediğimiz gibi insânların kıt’âlara ayrıştırılması istenmediği gibi, aç kalmaya mecbur bırakılmaları da istenmemiştir.
Pir Sultân Âbdâl’ın, “Demiri demirle dövdüler, biri sıcak biri soğuktu. İnsanı insanla kırdılar, biri aç biri toktu!” ifadesinde olduğu gibi.
Ramazan-ı Şerif’te tutulan Oruç hikmeti ile bu ifade belli bir süreliğine olsa da, kâdûkleşiyor en azından.
Şükür
Oruç özde sabır olsa da, aynı zamanda şükürdür de. Çünkü özellikle oruç ile kavramaya başladığımız, idrâk ettiğimizi düşündüğümüz. Cenâb-ı Hâkk’ın Rububiyet sıfatı ile boş çevrilmeyen eller, yol gözlemeyen gözler, şefkât ile kucaklanmalar Hatırlatan Allah(CC)’a şükre dönüşüyor, hamd ediliyor.
Bir hayat düşünün ki Şükürsüz mümkünmüdür diye!
Hemen önce bir empâti yapalım, sonra dönelim, konumuza kaldığımız yerden devam edelim, inşallah.
Ev ahalisi için çalışan, kazanan, iş yapan, evini – barkını temizleyen, çoluk – çocuğun iâşesini hazırlayıp sunan, eş – anne – baba. Tüm bunların akabinde hizmet ettiklerinden teşekkür (ŞÜKÜR) beklerken, bir de mütemâdiyen yapılan iyiliklere – hizmetlere – ikramlara karşı nânkörlük görse insan buna ne kadar sabredebilir, aynı hizmeti, ikrâmı, hoşgörüyü, tahammülü gösterebilir ki?
İşte insânoğlu tıpkı böylesine nankörlüğü genellikle ziyadesiyle yapıyor ve yine de nankörlük gösterdiği mülk sahibinden nimetleniyor, suyunu, havasını kullanıyor, dilediğince istediği gibi hareket ediyor da her türlü imkânı sağlayan ve yaşantısını akâmete uğratmayana, hiçbir bedel ödemediği gibi, “Şükrü” de çok görüyor ve nânkörlük yapmaktan vazgeçmiyor.
Hâlbuki biz her şey için ama istinasız, isteğimizi karşılayan, ihtiyacımız karşılayan, dertlerimize dermân olan, türlü entrikâlarımıza rağmen duâ edip talepte bulunduğumuz, acımızda – kederimizde İnâyet istediğimiz karşılık aldığımız Yüce Allah(CC)’a karşı (istenilen) sadece “Şükür” borcumuzu dahi ödemekten imtinâ ediyoruz.
Nimetlerin Kıymetini Bilmek
Mübârek Râmazan-ı Şerif Ây’ında tutulan “ORUÇ” ile Allah(CC), Rezzâk, Râhman, Râhîm, vs. Esmâları ile verdikleri (belki daha önce aleyhinde çok şey söylediğimiz) nimetlerinden belirli – kısa bir süre el etek çekince, kıymetlerini nasıl da biliyoruz.
Anlıyoruz ki, Allah(CC)’ın nimetlerine ne kadar da çok muhtaçmışız. Ateşin odunu yaktığı, suların kirleri temizlediği gibi, günahlarımızdan arındığımız hissedercesine, Ekmek –su- aş isteyen midemizin isyânkârlığına aldırış etmeden iftar vaktini bekliyor ve önümüzde duran nimetlere dahi el süremeden sabrediyor, Yarâtan’a şükrediyoruz.
Evet, ekmeksiz, aç – susuz yaşayamayacağımızı anladığımız, ciğerlerimizin susuzluktan kavrulduğu bir ortamda, nimetlerini vermezse yaşayamayacağımız, bu kadar ayân beyan ortaya çıkarken Allah(CC)’a Şükretmemek düşünülebilir mi? Oruç tutmaktaki gâyenin insanları aç bırakmak değil, açların hâlini anlatmak olduğunu bile bile, nimetlerine şükretmeyen, düşünen varlık insân olabilir mi?
Aldığımız nefesi, içtiğimiz suyu, rızkımızı temin ettiren, mülkünde yaşatan, hayat veren Allah(CC)’a şükretmeyen bir can, insân olabilir mi diye düşünmek âbes mi olur?
Maaşınızı (ücretinizi) ödemeyen patronun yanında işçi olarak ne kadar çalışırsınız? Size hizmet etmeyen, yan gelip yatan bir çalışanınıza(!) ne kadar tahammül edebilirsiniz? Fabrikanızı teslim ettiğiniz Müdürünüzün, fabrikayı sizin amacınıza değil, kendi istek ve arzularına göre çalıştırması, başka amaçlarla kullanmasına izin verir, rızâ gösterir misiniz? Trafik kurallarını hiçe sayıp, ters yönde gider, tüm kuralları ihlâl ederseniz (eden olursa), kuralsızlığınız cezasız kalır mı? Ya da ihlâl edenlere tepki vermez ya da uyarmaz mısınız?
Tüm bunları yapanın hepsi de aslında bizzat biziz!
Allah(CC)’a karşı kulluk vazifesi gereği Şükretmemek, Hamd etmemek! Buna rağmen yine de hayatını idâme ettirmek. …
Neyle izâh edilebilirse, siz adlandırın!
Yeryüzü Büyük Bir Nimet Sofrası
Râmazan-ı Şerifte Tutulan Oruç ile bir kez daha müşâhâde etmeye başlandı ki, yeryüzü insanoğlu ve diğer yarâtılanlar için hazırlanmış, tânzim edilmiş mükellef bir nimet sofrasıdır.
Bakıldığında gözlerin şaşı kaldığı, tâaccüp ettiği muhteşem yeryüzü sofrası, Allah (CC)’ın eşsiz bir surette nî’metlendirmesi, takdir edilmesi gerektiğini ancak Ramazan’dan Ramazan’a Oruç tutuğumuz da, aç – susuz kaldığımızda aklımıza gelip tefekkür ediyorsak, bilmeliyiz ki, diğer zamanlarda, açların, yokluk – sefalet içinde hayat sürmeye çalışanların hâllerini, hâtırlarını düşünmeyenlerden olmuşuz. Onlara yardım etmek, paylaşmak, dertlerine çözüm üretmek, Allah û Zülcelâl ve Tekâddes Hazretlerine şükretmek demektir. Allah(CC)’ın kâdir kıymetini bilmektir.
Sadece aç kalmak için oruç tutulmadığını, yokluğu – açlığı – susuzluğu, nefse tahâkküm etmeye vesile olsun diye Oruç’un farz kılındığını bilen ve idrâk edenler şunu da çok çok iyi biliyorlardır. Ramazan-ı Şerifte, Mü’min ve Mü’mineler, tüm insanlar Kâinât Sultânı’nın ziyafetine – sofrasına dâvetli olduklarını.
Oruç ile Cenâb-ı Hâkk’ın Rububiyet sıfatına ittibâ ediyor, sessizlik içinde boyun eğerek İlâhî dâvet nidâsını bekleyerek tam bir huşû ile ibâdet hükmünde itaat eden Mü’minler şefkât ve Merhâmete düçâr olmaktadırlar.
İşte bu yüksek şeref ve mükâfata insan ancak “ORUÇ” ile nâil oluyor.
Oruç Olmazsa, Aç ve Yoksul Olanların Şefkâte Muhtaç Oldukları Anlaşılmazdı
Buradan itibaren sözü, Oruç ile alakalı konuyu derinlemesine ele almış, risâle irâd etmiş olan Bedîüzzaman Saîd Nursî Hazretleri’ne havale edelim.
Üstâd, Ramazan-ı Şerif orucunun toplum fertleri arasında yardımlaşmayı gerçekten sağlaması ve topluma barış ve huzur getirmesi olduğunu beyan ediyor.
Yine, ‘tokun ancak aç kalmakla açın halinden anladığını’ kaydediyor.
İnsanların, kazanç ve maîşet açısından birbirinden farklı yaratıldığını, kimi insanın fakir, kiminin de zengin kılındığını, her halükârda, her kısım insanın imtihanda bulunduğuna dikkat çekiyor.
Bedîüzzaman, “Zenginin, elindeki Allah vergisi malı doğru ve faydalı yerlere harcayıp harcamadığından ve bu mal ile etrafındaki ihtiyaç sahiplerine yardımcı olup olmadığından sorumludur. Şüphesiz fakir de her şeye rağmen Allah’a isyan etmemekten, hâline râzı olmaktan, sabırlı olmaktan ve her türlü dünya sıkıntısından Allah’a sığınarak, sıkıntısını aşmak için mümkün mertebe çaba sarf etmekten sorumludur.” Diyerek uyarı ve tembihini yapıyor.
Fakr u Zarûrete Düşmüş, Kendisini İnsanlardan Gizleyenler
لِلْفُقَرَاء الَّذِينَ أُحصِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ لاَ يَسْتَطِيعُونَ ضَرْبًا فِي الأَرْضِ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ أَغْنِيَاء مِنَ التَّعَفُّفِ تَعْرِفُهُم بِسِيمَاهُمْ لاَ يَسْأَلُونَ النَّاسَ إِلْحَافًا وَمَا تُنفِقُواْ مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ ﴿٢٧٣﴾
“Lil fukarâillezîne uhsirû fî sebîlillâhi lâ yestatîûne darben fîl ardı, yahsebuhumul câhilu agniyâe minet teaffuf(teaffufi), ta’rifuhum bi sîmâhum, lâ yes’elûnen nâse ilhâfâ(ilhâfen), ve mâ tunfikû min hayrin fe innallâhe bihî alîm(alîmun).”
(Onların hallerini bilmeyen kimse, istemekten çekindikleri için, onları zengin sanır. Ey Habibim! Sen onları yüzlerinden tanırsın! Yoksa onlar insanlardan ısrarla bir şey istemezler.) (Bakâra Sûresi 273. Âyet’te) buyurarak övdüğü, fakir oldukları halde insanlar içinde zengin gibi dolaşan ve hallerini bildirmeyen insanların hallerinden bahsediliyor, Kur’ân-ı Âzimûşşân’da.
Âyeti Celile’de açık seçik ifade edilen, böyle aç, muhtaç, ancak insanlardan müstâğni kalan fakirler ve yoksullar bulunmalı ve onlara el uzatmalıdır. Allah(CC)’ın net ve açık emri bu.
İnsan, kendisi tok olunca herkesi tok zannediyor. Açın halinden anlamıyor, yokluğu bilmiyor, yoksulluğu takdir etmiyor. Açlığın ne çekilmez, ne dayanılmaz, ne tahammül edilmez şey olduğunun farkına varmıyor, belki Oruç olmazsa bu hiçte hatırlanmayacaktır.
Şayet Râmazan-ı Şerif ve “ORUÇ” olmazsa, nefsine ve zevkine düşkün çok zenginler, açlığın-fakirliğin elem ve ıstırap verici olduğunu bilmedikleri gibi, aç ve yoksul olanların ne kadar şefkate muhtaç olduklarını da anlamayacaklardır.
“Oysa açlığı tanıdığı zaman, fakirin fukaranın halini anlıyor, elinden geldiğince yardım etmenin mühim bir insanlık görevi olduğunu hissediyor, buna kendini mecbur biliyor, yaptığını içinden, özünden, hâlisâne ve sırf Allah için yapıyor. İşte insan bu ihlâsı Ramazan-ı Şerifteki oruçla kazanıyor.” (Mektûbât, s. 389)
İmkânı varken başkasına yardımcı olmayan bir insan, kendinden aşağılara el uzatmamış, elinden tutmamış, sıkıntılarına omuz vermemiş. Açın ve yoksulun haliyle hâllenmemiş, hallerini bilmemiş, diliyle şükretmesinin bir kıymeti yok! Allah’ın verdiklerine karşı hâkîkî şükür, elindeki imkânından başkasına vermektir (yardım etmektir.) Peygamber Efendimiz (SAV), Cenâb-ı Hâkk’ın şöyle buyurduğunu beyan ediyor; “Sen başkasına ver ki, Ben de sana vereyim!” (Câmiü’s-Sağîr, 3/1275)
Hadisi Şerif;
“Ramazan girip çıktığı halde günahları affedilmemiş olan insanın burnu sürtülsün. Anne ve babasına veya bunlardan birine yetişip de onlar sayesinde cennete girmeyen kimsenin de burnu sürtülsün. Ben yanında zikredildiğim zaman bana salat okumayan kimsesinin de burnu sürtülsün!” (Tirmizi, (3539)
Ve
Resûlullah (SAV) Efendimiz: “Oruç tutunuz ki sıhhat bulasınız.” Buyurmuştur.
MUSTAFA BAYGIN
SMMM, EMLAK MÜŞAVİRİ
Powered by WPeMatico